Diktatörlük Sendromu
İnsanlık tarihindeki kitlesel ölümlerin sadece doğal afetler veya salgın hastalıklar sonucu gerçekleşmediğini, diktatörlükten ölen insan sayısının da bir hayli fazla olduğunu düşünürsek, diktatörlüğü bir hastalık olarak ele alma fikri akla yatkın. Mısırlı yazar, kendi memleketinden Cemal Abdülnasır (1918 – 1970) örneği başta olmak üzere, Adolf Hitler (1889 – 1945), Benito Mussolini (1883 – 1945), Saddam Hüseyin (1937 – 2006), Muammer Kaddafi (1942 – 2011), hatta tadımlık da olsa Abdülfettah Sisi (1954-) ve Vladimir Putin (1952-) gibi liderlerin yaşattıkları üzerinden, diktatörlüğün semptomlarını, dikta rejimlerinde yönetimin halk ile kurduğu hastalıklı ilişkiyi ve muhalefetsiz tek adamlığı gayet anlaşılır bir dille açıklamış. Yer ve zaman fark etmeksizin semptomların aynı olduğunu görmek şaşırtıcı bir okuma deneyimi sunuyor. Topluma da sirayet eden bu illetin seyri şöyle özetlenebilir:
Yanlış yapma olasılığını yok saydığından eleştiriye kapalı, megaloman ve narsist bir kişilik ülkenin başına geçer. Kitlelerin aklına değil, teslim oldukları duygulara hitap etmektedir. Böylelikle kendisiyle empati kurmalarını sağlayarak kitlesel bir hipnoz yaratmıştır. Bu bağlamda, Müslüman ağırlıklı toplumlardaki diktatörlerin en güçlü silahının din olduğu görülmektedir. Hitap ettiği kitle, kul köle olmaya razı, asla özgürlük arzusu ve ihtiyacı duymayan, tek derdi ailesini geçindirmek olan “makbul vatandaş”lardan oluşur. Karın tokluğuna karşılık itaat eden, siyasi değişim değil istikrar isteyen makbul vatandaşlar, diktatörün uzun süre iktidarda kalmasının temel sorumlusudur. Karşılıklı etkileşimleriyle toplumsal yozlaşma baş gösterir: Devlette iş bulabilmek için gerekli olan öğrenilmiş riyakârlık zamanla erdeme dönüşür. Böylelikle toplum içinde, hakkaniyet kurallarının çiğnenmesiyle, faşist bir zihniyet yayılır. Makbul vatandaş da gündelik hayatı içinde mini bir diktatöre dönüşür. Devrimci bir cesaret görmek bir ihtimal kendiyle yüzleşmesini sağlasa da, makbul vatandaş için önemli olan geçinebilmektir ve sadece aç kaldığı zaman isyan ettiği saptanmıştır.
Diktatör, özgür düşünceli ve kendisine muhalif olan herkesi vatan haini ya da ajan olarak gösterip itibarsızlaştırmaya çalışır. Kendi yarattığı komploları, denetimi altına aldığı medya vasıtasıyla, halkın zihnine kazır. Zihinleri itaat ile uyuşmuş kitle, bu komplolara karşı sağlıklı bir şüphecilikle yaklaşamaz ve korkar. Ülkenin kaosa sürüklendiği korkusunu yayan diktatör için, böyle şartlar altında, demokrasinin sırası değildir. Koruyucu bir baba imajı çizerek, ulusun çıkarlarını koruma kisvesi altında, ordu – polis – hâkim – savcı – istihbarat aygıtlarının hepsi üzerinde kontrol sağlar ve kendine sınırsız bir yetki tanır. Yargı bağımsız olamayınca yücelikten de çıkar. Sahte bir vazife duygusuyla, tutuklamalar, yargısız infazlar, bağımsız haber kaynaklarını bastırmalar, satın alınamayan entelektüelleri susturmalar derken, bir seferberlik başlatır. Muhalefetten tümüyle kurtulmak hırsıyla adeta bir suç makinesine dönüşür ve sonu mutlak yalnızlıkla gelir.
Demokratik geleneği olmadığı için dikta rejimine direnememiş bir dünya ülke örneği de varken, kıssadan hisse gayet nettir: Paha biçilmez bir insani gerek olan özgürlük, demokrasinin varlık şartıdır.